Türkiye’de İnternet’in Sansürle 30. yılı
8 minutes
Halkımıza ve kamuoyuna,
Bugün, Türkiye’ye ilk İnternet bağlantısının gerçekleştirilmesinin 30. yıl dönümü ve 26. İnternet Haftası için burada toplanmış bulunuyoruz.
12 Nisan 1993 günü, Türkiye’de ilk İnternet bağlantısının sağlandığı gün. Aradan geçen otuz yılda, yaygınlık oranı ve bant genişliği çok ciddi miktarlarda artış göstermiş olsa da, bugün hala yeterli seviyede değil. Sadece bant genişliği değil, hayatın her köşesinde bir zorunluluk haline gelen İnternet’e erişebilen vatandaşların sayısı olması gerekenin çok altında. Bu eksiklikleri ortadan kaldırmak yerine devlet; insanlığa özgür bir iletişim alanı açan, doğası gereği özgür olmak isteyen enformasyona erişimimizi kolaylaştıran İnternet’i yıllardır sansürlüyor, tahakkümü altına sokup kendi suretinde şekillendirmeye çalışıyor.
İlk yıllarda 64 kbps gibi çok sınırlı bir bant genişliğiyle ve üniversiteler ile kamu kurumlarının elinde olan bir İnternet ile başlayan hikaye; 1995 yılında 128 kbps’ye yükselen bant genişiğiyle devam etmiş ve binlerle ifade edilen kullanıcı sayısına ulaşılmıştır. Aynı yıl dünyada var olan 16 milyon İnternet kullanıcısı, dünya nüfusunun toplam %4’üne tekabul etmekteydi. İnternet’in Türkiye’de daha geniş kitlelere yayılması ise 1996 yılında ilk ISP (İnternet Servis Sağlayıcısı)’nin ve kısa bir süre içinde onlarcasının hizmete girmesiyle hız kazanmış ve 2000 yılında 1 milyon 785 bin kullanıcıya ulaşılmıştır.
Bugün ise, ITU (Uluslararası Telekomünikasyon Birliği) verilerine göre, Türkiye’de İnternet kullanımı oranı %83 gibi bir değere ulaşmış durumda olsa da bu değer, %89 olan Avrupa ortalamasının altında kalmaktadır. Dikkat çeken bir diğer nokta ise, aynı istatistiğe göre atanmış cinsiyeti erkek olan bireylerin İnternet kullanım oranı %88 olarak belirlenirken, kadın olanlarda ise yalnızca %79 oranında kalmış olmasıdır. Bu durum da, İnternet özelinde cinsiyetler arası uçurumu gözler önüne sermektedir.
Bant genişliği konusunda maalesef daha vahim bir tablo bizleri karşılamaktadır. Ookla istatistiklerine göre, sabit genişbant İnternet bant genişliği sıralamasında Türkiye, 180 ülke arasında ortalama 32,65 Mbps ile 107. sırada kendine yer bulurken, dünya ortalaması olan 78,62 Mbps değerinin de yarısından daha aşağıda kalmaktadır.
Mobil ağlar söz konusu olunca tablo biraz daha iyi olsa da, pek çok yönden yeterli olmaktan uzaktır. Kent merkezlerinde 4G LTE kapsama alanı önemli seviyelere gelmiş, ancak köyler ve kırsal alanlarda kapsam oldukça sınırlı ölçüde kalmıştır. 5G NR noktasında ise ne yazık ki gözle görülür hiçbir çalışma olmadığı gibi, Türkiye, 5G şebekesi olmayan birkaç Avrupa ülkesinden biridir.
İnternet altyapısı konuşulurken gölgede kalan en önemli konulardan biri ise IPv6 konusudur. İnternet’in Türkiye’ye gelişinin üçüncü yılının içerisinde duyurulan IPv6, İnternet’in yaygınlaşması ve geleceği için çok önemli bir adımdır. İnternet protokolünün yaygın olarak kullandığımız bir önceki sürümü olan IPv4, bugünün koşullarında artık yeterli değildir. Dünyada da IPv6 adaptasyonu noktasında büyük eksikler bulunsa da, Türkiye maalesef ki bu konuda henüz çok geridedir. Türkiye’nin bağlı bulunduğu bölgesel koordinasyon merkezi RIPE’in verilerine göre, Türkiye’deki ISP’lerin %5, kullanıcıların ise yalnızca %2.5 kadarı IPv6’ya tam uyumluluk göstermektedir. Bu durumun, Türkiye’de İnternet’i “düzenleyen” kurum olan BTK’nın da içinde bulunduğu IPv6 Forumu’nun varlığına, IPv6’nın yaygınlaşması için çıkartılan Başbakanlık genelgelerine, konuyla ilgili 2010 yılından beridir yapılan çalışmalara rağmen bu konumda olması ise durumu daha vahim bir noktaya taşımaktadır.
Keşke bu önemli günde bahsedilen tek konu İnternet’in yaygınlığı ve altyapısı olsaydı, ancak ne yazık ki Türkiye’de İnternet denilince 30 yıldır asla eksik olmayan bir başlık var: Sansür.
Türkiye’de İnternet sansürünün varlığına dair ilk yıllardan itibaren e-posta liste arşivlerinde kayıtlar olsa da; konuya ilişkin bilinen ilk dava 1997 yılının Aralık ayında, yani İnternet’in henüz beşinci yılında, görme engellilerin yaptığı bir eyleme coplarla saldıran Ankara Büyükşehir Belediyesi görevlilerini eleştiren Ali Emre Ersöz isimli bir lise öğrencisi aleyhine açılan davadır. Bu öğrenci, bir gece baskını ile evinden gözaltına alınmış ve dava sonucunda bugünkü Türk Ceza Kanunu’nun 301’inci maddesine tekabül eden madde uyarınca 10 ay hapis cezasına çarptırılmıştır.
2001 yılı Mart ayında yine aynı madde uyarınca, o dönem bir ISP’nin kendi aboneleri için kurduğu portalda yer alan bir forumu yöneten ve aynı zamanda da bu şirkette çalışan Coşkun Ak, ilgili forumda yer alan “Türkiye’de insan hakları ihlalleri” başlıklı bir tartışmada yer alan bir yorumu kaldırmadığı gerekçesiyle, son derece ironik bir biçimde 3 yıl 4 ay ağır hapis cezası ile cezalandırılmış, ancak bu karar Yargıtay tarafından bozulmuştur. Bu kararlar alındığında Türkiye hukukunda İnternet’e dair bir yasa olmaması dikkat çekicidir.
Aynı yıl, meclise gelen bir kanun teklifiyle İnternet ilk defa yasal yollarla, radyo ve televizyonlar gibi otorite altına alınmaya çalışılmış ve Türkiye kanunlarına uygun olmadığı düşünülen yayınlara hapis cezaları öngörülmüştür. Dönemin iktidarı, İnternet’te yer alan her yayının bir kopyasının basın savcılığına gönderilmesi zorunluluğu gibi akıllara zarar maddeler içeren bu teklifi yasalaştırmayı denese de, bu kanun tasarısı ilk etapta cumhurbaşkanından dönmüş, ancak bunun gibi bazı maddeler çıkartılmış haliyle tekrar meclisten geçirilmiştir.
Ancak İnternet’te sansürün tam anlamıyla kurumsallaşması, asıl olarak bugün de hayatımızı önemli ölçüde etkileyen, kamuoyunda “İnternet yasası” olarak da bilinen 5651 sayılı kanunun çıkmasıyla mümkün olmuştur. Bu kanunun çıkmasıyla birlikte İnternet sansürü artık günlük hayatın bir parçası haline gelmiştir. Başta devlet ve organlarını aşağılama olmak üzere, telif hakları gibi konular bahane gösterilerek binlerce Web sitesi, kanun henüz birinci yılını doldurmadan sansürlenmiştir.
Bu Web sitelerinden en göze çarpanı, 2007 yılının başlarında kısa bir süre ve 2008-2010 yılları arası tamamen sansürlenen, bugün değişen konjonktürde devlet organlarının propaganda alanı olarak çokça kullandığı YouTube’tur. Ancak aynı süreçte Blogspot, WordPress, MySpace, Last.fm gibi pek çok bilinen Web sitesi de sansüre uğramıştır.
Bu sansür dalgası, 2011 yılının başlarında BTK tarafından hazırlanan sözde “Güvenli İnternet” taslağı ile doruğa ulaşmış, bu taslakta kullanıcıları; standart, aile, çocuk ve yurt içi olmak üzere dört farklı erişim profilinden birini seçmeye mecbur etmek öngörülmüştür. Hemen ardından ise, daha sonra 15 Temmuz sonrası OHAL sürecinde kapatılan TİB tarafından barındırma hizmeti veren firmalara, içerisinde “haydar, sarışın, hayvan, itiraf” gibi kelimelerin de yer aldığı 138 kelimelik bir liste gönderilmiş ve içerisinde bu kelimeler geçen Web sitelerinin kapatılması talep edilmiştir. Aynı zamanlarda BTK tarafından yine aynı firmalara, aralarında Ekşi Sözlük, Pembe Hayat LGBTT Dayanışma Derneği, Alkın Kız Yurdu gibi Web sitelerinin bulunduğu bir liste gönderilerek bu Web sitelerinin kapatılması istenmiştir.
Tüm bu gelişmeler kamuoyunda büyük bir tepki oluşturmuş ve nihayetinde 15 Mayıs 2011 günü, Türkiye’nin 30 kenti ve yurt dışında belirli merkezlerde yapılan “İnternet’ime Dokunma!” eylemleri, İnternet sansürü konusunda sesimizi en güçlü şekilde duyurduğumuz kitlesel hareketlerden biri olmuştur.
Bu kitlesel hareketlerin nihayete vardığı Gezi Parkı direnişi sonrası sansür dozunu daha da artırmış, bugüne kadar gelinen süreçte takibi bu iş için özellikle kurulmuş inisiyatiflerin varlığını gerektirecek hale gelmiştir. Bugün İnternet’te sansür, normalde buna direniş göstermesi beklenen aktörlerin de iş birliği yapar hale gelmesinin de katkılarıyla artık bir norm halini almış bulunmaktadır. Öyle ki, özgür bir ansiklopedi olan ve özgür bilgiye dünyada en yaygın biçimde erişilen Vikipedi dahi, Türkiye’de tam dokuz yüz doksan bir gün sansürlü kalmıştır.
İnternet’in toplumu oluşturan herkes için önemi, 2020 yılında COVID-19 pandemisinin baş göstermesiyle iyice anlaşılmıştır. Pandemi koşulları sebebiyle iş, eğitim, günlük iletişim, sağlık gibi pek çok alan İnternet üzerinden varlığını sürdürmek zorunda kaldığı için, altyapı eksikliği daha fazla göze çarpmıştır. Köylerde İnternet erişimi sıkıntıları sebebiyle tüm bu hizmetler aksadığı gibi, kentlerde de teknolojiye erişimin sınıfsal durumu telafisi mümkün olmayan pek çok duruma yol açmıştır. İnternet’e bağlanabilen tek bir cihaz olan ama okuyan birden fazla çocuk olan evlerde insanlar eğitim hakkından mahrum olmuş, sağlıklı bir İnternet erişimi sağlanamayan yerlerde bazı öğretmen ve öğrencilerden çatıdan düşmek ya da yüksek rakımın yan etkileri gibi sebeplerle hayatını kaybedenler olmuştur.
Pandeminin doğrudan bir etkisi de, sokak eylemlerinin ve toplu etkinliklerin yapılamaması oldu elbette. Türkiye’de 1996 yılında, Mustafa Akgül’ün de aralarında bulunduğu bir grup tarafından hayata geçirilen “Sanal Miting” projesi ile başladığını düşündüğümüz dijital eylemler, pandemi döneminde de gün yüzüne çıkmış; en belirgin örneklerden biri olarak 2020 Onur Yürüyüşü çevrimiçi olarak düzenlenmiştir.
Yine pandeminin etkilerinin bir sonucu olarak, sosyal medyanın kullanımı ve bu alanlarda etkileşim dramatik bir yükseliş sergilemiş ve bu durum devletin gözünden kaçmamıştır. Bu süreçte önce kamuoyunda “Sosyal Medya Yasa Tasarısı” olarak bilinen bir kanun değişikliği ile sosyal medya platformlarının Türkiye’de temsilci bulundurmaları ve Türkiye’nin istemediği içerikleri kaldırmaları zorunlu hale getirilmiş, ardından çıkartılan yine “Dezenformasyon Yasası” olarak bilinen kanun değişikliği ile sözde “gerçeğe aykırı bilgiyi” yaymak suçu tanımlanarak hapis cezası getirilmiştir. Bu değişikliklerle getirilen istibdat rejimi ile bilginin doğruluğu devlet organlarına bırakılarak adeta bir “Gerçek Bakanlığı” kurulmuştur. Bu sürecin İnternet altyapısındaki en çok göze çarpan karşılığı, “.tr” alan adları yönetiminin bağımsız bir kuruluş olan “nic.tr"den alınarak BTK’ya bağlı TRABİS’e verilmesidir.
Ek olarak, özellikle sosyal medya yasası ile dikkat çekse de uzun yıllardır bir sansür aracı olarak kullanılan bant genişliği daraltması, ağ tarafsızlığının apaçık ihlali olarak karşımızda durmaktadır. Ağ tarafsızlığı, servis sağlayıcıların ve devletlerin İnternet’teki veriye eşit davranmasıdır. Yayıncı site, içerik gibi parametrelere göre paylaşılan veriyi daha zor veya kolay ulaşılabilir hale getirmek ağ tarafsızlığını ihlal etmektir. Örneğin; devletin, beğenmediği bir içeriğe gelen trafiği daraltması, yani içeriği daha yavaş yüklenen ve dolayısıyla daha zor ulaşılabilen hale getirmesi ağ tarafsızlığının ihlalidir. İnternette ifade özgürlüğünün sağlanabilmesi için ağ tarafsızlığının korunması şarttır.
Otuzuncu yıla girerken, öncelikle yaşadığımız deprem felaketi sürecinde, bölgedeki pek çok insanın yegane iletişim ve koordinasyon kaynağı Twitter’ın bant genişliğinin insanların canı pahasına daraltılması, hemen ardından da logosunun üzerine yıllar boyunca siyah bant çekmek zorunda kalan Ekşi Sözlük’ün olmadık bahanelerle sansürlenmesi ve hala sansürlü bulunduğu için dizi siteleri gibi alan adına ek yapmak zorunda kalması, bu zihniyetin hangi noktada olduğunu bizlere apaçık gösteriyor.
İnternet özgürlüğü denildiğinde her zaman andığımız, yol göstericimiz ve hocamız Mustafa Akgül’ü anarak, özgür bir İnternet idealinde olan tüm kurum ve bireyleri bu İnternet Haftası’nda özgür bir İnternet için mücadeleye davet ediyoruz. Türkiye’de İnternet’in, sansür odaklarına ve onların payandalarına yer verilen değil, Akgül hocamızın bize miras bıraktığı, bu alanda mücadele veren kitle örgütleri ve paydaşların ortak katılımıyla yeniden inşa edeceğimiz Türkiye’de İnternet Konferanslarında (inet-tr) konuşulması dileklerimizle.
Kahrolsun istibdat, yaşasın hürriyet!
İnternet yaşamdır!
Özgür Yazılım Derneği